16 Mart 2019 Cumartesi

TÜRK DÜNYASININ ORTAK DEĞERİ: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KÜLTÜR BİRLİĞİ

TÜRK DÜNYASININ ORTAK DEĞERİ: 
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KÜLTÜR BİRLİĞİ
Doç. Dr. Müjdat KAYAYERLİ
Bu makaleyi niçin yazdınız diye bir soru sorulduğunda şunun için diye cevaplayabilirim. Kırgızistan’daki ziyaretlerimiz sırasında Kırgız bir Bakana Atatürk resmi olan bir hediye verirken “Atatürk, bizim Atamızdır” dedim. Bakan da “Mustafa Kemal Atatürk, sadece sizin, Türkiye’nin Atası değil, bizim de, biz Kırgızların da Atasıdır”, diyalogundan sonra bu yazının yazılması daha da anlam taşımaktadır.

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” “ Hayatta en gerçek yol bilimdir.” diyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, fikir ve engin görüşleriyle her alanda milletçe yolumuzu aydınlatmış, Stalin, Mussolini ve Hitler gibi kaos üreten bir lider değil, “Yurtta ve dünyada barış” isteyen bütün dünyanın lider olarak kabul ettiği, “Türk Dünyası’nın Ortak Atası ve Aksakal’ı”dır. Atatürk’ün ihmal edilen, ayrıntılarıyla açıklanmayan yönlerinden biri de, O’nun Türklük ve Türk Dünyasına yönelik çalışmalarının, görüş ve düşüncelerinin gelecek kuşaklara tam olarak aktarılamamasıdır.

Namık Kemal’in ve Tevfik Fikret’in vatan ve hürriyet düşünceleri Atatürk’ün Şam da ve Selanik de kurduğu siyasi derneğe “Vatan ve Hürriyet” adını verdirir. Atatürk’e göre, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında “Özgürlük, insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir.”

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene” 
“Benim yaradılışımda fevkalade olan bir şey varsa, o da Türk olarak dünyaya gelmemdir.”
“Türk, çetin işler başarmak için yaratılmıştır.”
"Türk’e müspet ve iyi bir şey veriniz, bunu reddetmesi ihtimali yoktur.” 
“Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti’nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir.” vb. gibi Türk’ün haysiyet ve izzeti nefsi kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır. Atatürk, bu sözleri bütün Türk dünyasında yaşayanlar için söylemiş ve Türkiye ile Türk Dünyası arasında kültürel birlikteliğin kurulması için çalışmıştır. Atatürk, siyasal birliğe, dil ve yurt birliğine, köken birliğine, tarihi ve ahlaki birliğe yakınlığa önem veren görüşlere sahiptir. “Kıbrıs’ta Türk Dili sönmemelidir” der. O, ulusu kültürel bir topluluk olarak değerlendirir. Bunun için de ana dil Türkçemizin yabancı dil boyunduruğundan kurtarılması gerektiğine inanır.

Atatürk, yalnız Anadolu Türklüğü ile değil, Balkan Türklüğü, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerindeki Türk Topluluklarıyla, İslam’a inanmış milletlerle ve Türkistan Türklerinin geleceği ile yakından ilgilenir, Türk dünyasında kültürel birlikteliğin oluşmasını isterken, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk Milletidir. Bu milletin fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o millete dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” mesajını verir. Orhun Abideleri ve Divanü Lügati’t Türk’ü okuyarak önemli gördüğü yerlerin altını çizmesiyle, Türk Dünyasında Türk Varlığının ebedi olarak yaşatılması için milli kültürün temelini teşkil eden tarih ve ortak dil şuurunun gelişmesine dikkat çeker. Bu gerekçeyle de Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu kurdurmuş, böylece Türk Dil ve lehçeleri ile Türk kültür tarihi en iyi şekilde araştırılacak, Türklerin kültür ve medeniyet dünyasına katkıları hizmete sunulacaktır. Azerbaycan’da Dede Korkut, Kazak ve Kırgızlarda Manas, Özbekistan ve Türkmenistan da Ahmet Yesevi, Ali Şir Nevai, Farabi, İbni Sina, Harezmi, Türkiye’de Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Köroğlu, Mevlana ve Hacı Bektaşi Veli, Balkanlarda Sarı Saltuk vb. düşünce ve fikir ve kanaat önderleri ile ortak değerler kültürel birliktelik hamuruyla her bölgede etkinliğini koruyacaktır.

Milli duruşu, fikirleri, nezaketi, giyim tarzı ve sanat anlayışıyla herkesi etkileyen kendine hayran bırakan kültür adamı olan Mustafa Kemal Atatürk’e göre, “Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin zenginliğinin ortaya çıkarılması milli kültürün gelişmesinin de başlıca gerekliliğidir. Dil ve kültür Türk Dünyasındaki topluluklarının hayat kaynağıdır. Bu bakımdan Atatürk’ün Türk dünyasını kültür birliği ile zenginleştirmek gerektiği inancını Cumhuriyetimizin 10. Yılında 29 Ekim 1933 tarihinde Ankara Ziraat Bankası Lokalinde yaptığı şu tarihi konuşmada daha iyi anlamaktayız: “Bugün, Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, Avusturya –Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak..Dil bir köprüdür…inanç bir köprüdür…Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…” Türk Dünyasında yaşayan Türk kültür değerlerini yaşayan ve yaşatan her insanımız yukarıdaki metinden dersler çıkarmalıdır. İlk önce Türkiye içinde, Türkiye’ye komşu olan ülkelerde, Ortadoğu’da, güney de kuzeyde batıda doğuda nerede yaşıyorsak yaşayalım, ister Almanya’da, ister Fransa’da, isterse Avusturya’da, ister Rusya’da, isterse Çin’de, ister Amerika’da, isterse Kanada’da, ister İran’da, isterse Afganistan’da, Hindistan’da, isterse Arabistan’da, isterse Afrika’da yaşadığımız ülkenin kurallarına uyarak hareket etmeli, ama kültür varlığımızı, dilimizi, edebiyatımızı, tarihimizi bilmeli ve yaşatmalıyız!

Türklerin kültürel birliği için Ali Fuad Paşa’yı Moskova elçiliğine, İsmail Suphi’yi Türkistan’a gönderen deha Atatürk’tür. 1921’de Ankara’da sadece Azerbaycan, Afganistan ve Sovyet Elçilikleri olmasına rağmen, bütün dünya ülkelerinin Türkiye’de elçilik kurmak için gayret göstermesi ve Türkiye’ye önem atfetmelerini oluşturan temeli atan Atatürk’tür.

Atatürk, Azerbaycan’ın Asya’daki kardeş hükümet ve milletler için bir temas ve dayanak noktası olduğunu, stratejik özel konumunun ve vazifesinin önemli olduğunu söyleyerek, 18 Ekim 1921’de “Azeri Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için onların isteklerine nail olmaları, hür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi pek ziyade sevindirir” der. Bu bakımdan kadim milletler topluluğuna sahip olan Kırımlı Tatar, Azerbaycanlı, Kazakistanlı, Özbekistanlı, Kırgızistanlı, Tataristanlı, Özbekistanlı, Balkan ülkelerinde Batı Trakya’da, Romanya’da, Gagauz Yerin’de, Makedonya’da, Bulgaristan’da, Rusya’da, İran’da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan gençlerimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün görüş ve düşüncelerini kültürel birliktelik için yaptığı çalışmaları çok yakından öğrenmeli ve Türk kültürünü yaşatarak kendi öz benliğini ve kimliğini korumalıdır. Yusuf Akçuraların, Gaspıralı İsmail Beylerin, Zeki Velidi Toganların , Ziya Gökalplerin, Mehmet Emin Yurdakulların, Ahmet Cevatların düşünceleriyle hareket etmek, ve her Türk Dünyası ülkesindeki Üniversitelerde Mustafa Kemal Atatürk Enstitüleri kurmak hem kültürlü seçkin insanlarımızın yetişmesine vesile olur, hem de Türk Kültürü Birlikteliğine katkı sağlar.

Atatürk, 9 Şubat 1934 de Türkiye, Yunanistan, o zamanki Yugoslavya ve Romanya’nın iştirakiyle Balkan Paktını, 8 Temmuz 1937 de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabat Paktını kurmakla Balkanlar’dan Orta Asya’ya, yani, Türkistan’a kadar uzanan kültürel birlikteliğin güvenli şemsiyesini oluşturmuştur. Hindistan Müslümanlarının istiklale kavuşmasında büyük katkıları olan Nazrul İslam, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk kardeşleri için Kemal Paşa şiirinde “Hür ruhlu insanlara, hür bir ülkeye, zehirli solucanlar gibi sokuldun, Başverir, hürriyet vermez Türkiye, işte kardeş Kemal’den belanı buldun!” şeklinde kalbindeki hayranlık ve sevgisini olup biteni açıklar…Yine Hindistan Müslümanlarına Atatürk ve Türk sevgisini aşılayan Muhammed İkbal de, Mustafa Kemal Paşa’ya Sesleniş şiirinde “Bir millet var, Biz onun varlığı ile ulaştık, ilahi kanunların gizli gerçeklerine, bir bakışla yön verdi bizlere, darlar aştık, Dünya Güneşi olduk, bir kıvılcım yerine..” der.

Sonuç olarak, Atatürk’ün vatan ve millet anlayışında hayal ve maceraya yer yoktur. Türk Milletinin içtimai düzenini bozmaya yönelik her türlü kara ve açık propaganda ölmeye mahkûmdur. Türk Milleti kendinin ve memleketin yüksek menfaatleri aleyhine çalışan bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinlerin gizli ve kirli emellerini anlamayacak ve onlara müsamaha gösterecek bir topluluk değildir. Atatürk, vatan ve milliyet meselelerinde her dönemde ve şartta nelerin yapılabileceğini bizlere gösteren stratejisiyle örnek aldığımız bir Türk büyüğüdür. Atatürk, sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel birikimiyle 3997 kitabı inceleyerek okumasıyla Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları ve Türk Dünyasını en iyi şekilde değerlendirmiş ve ileriyi görmüş devlet kurmuş bir büyük Türk Lideri, Türk Dünyasının Örnek Aksakalı olarak tarihe geçmiştir. Türk Topluluklarının bulundukları ülkede kültürel kimliklerini korumaları ve kültürel güven şeridi oluşturmaları ve Prof.Dr. Mehmet Saray’ın Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında çıkan “Atatürk ve Türk Dünyası” adlı eseri okumaları zorunludur.

2050’Mİ?., YOKSA 2023’mü? Prof. Dr. Anıl Ç E Ç E N “2050” Adlı Kitabın yazarı; İsrail Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından David Passig adında bir araştırmacı.


2050’Mİ?., 
YOKSA 2023’MÜ? 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Ankara, 16 Mart 2019
Türkiye’de son zamanlardaçok satan kitaplar arasında yer alan ve geleceğe yönelik tartışmalarda hareket noktası haline gelen adı; “2050” olan bir kitap var. Kitabın yazarı; İsrail Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından David Passig adında bir araştırmacı. Türkiye’de şimdiye kadar batı ülkelerinden fazlasıyla kitap çevrilmiştir ama İsrail’den pek fazla kitabın dilimize kazandırıldığı söylenemez. Hem ismiyle hem de yazarının kimliği ile ülkemizde ilgi çeken bu kitap, özellikle bugün yaşanmakta olan tarihsel sürecin anlaşılabilmesi ve geleceğe yönelik olarak değerlendirilebilmesi açısından önem taşımaktadır. Korsan baskılarıyla sokak satıcılarına kadar yaygınlık kazanan bu kitabı epey bir Türk vatandaşının okuduğu görülmekte, ama bu çok okunan ve tartışmalaradayanak noktası olan yapıtın medya ve kamuoyuna yeterince yansıdığı görülmemektedir. Yazarın Türkiye’nin önde gelen televizyon kanallarından birisinde uzun bir program yapmasına rağmen, kitabın içinde ele alınan yaşamsal önemdeki konuların Türkiye ve Orta Doğu’nunyakın gelecekleri açısından değerlendirilmediği görülmektedir. Bu yazının amacı, böylesine birboşluğun doldurulmasına ve hem bölgeyi hem de ülkemizi yakından ilgilendiren yaşamsal önemdeki konularadaha da açıklık kazandırarak, gelecekte ortaya çıkabilecek muhtemel çatışma ve çekişmelerin önlenebilmesine katkıda bulunmakve bölgesel değişim döneminin barış içerisinde gerçekleşebilmesine yardımcı olabilmektir.
KİTABIN ASIL ÖNEMİ
Kitabın asıl önemi; bir İsrail vatandaşı olan jeopolitik alanındauzmanbirbilim adamı tarafından kaleme alınmasıdır. Bu çerçevede, o ülkenin ve toplumun bakış açısını yansıtmakta ve devletin en üst kademesinde bir danışman olarak daİsrail Devletinin bölgedeki ve dünyadaki gelişmeler karşısındaki bakış açısını ortaya koymaktadır. Şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri ya daABD’deki Yahudi lobileri üzerinden İsrail devletinin politikaları ve uygulamaları anlaşılmağa çalışılmış ve bu doğrultuda daha çok ABD ya daAvrupa ülkelerindeyaşayan ya da görevli bulunan Yahudi asıllı uzman ya da bilim adamlarının yazdığı kitaplar ve makalelerden hareket ederek, İsrail olgusu anlaşılmağa çalışılmıştır. Bu doğrultuda geliştirilen yaklaşımlar zaman zamangerçeklere uymuş bazen da ters düşmüştür. İsrail’in dış dünyaya karşı kapalı bir kutu konumunda bulunması, İsrail kaynaklı haber ya da yazıların birbirini tutmaması gibi durumlardadünya ülkeleriyle beraber Türkiye’de Orta Doğu’daki gelişmeleri izlemekte ya da değerlendirmekte zorlanmış ve bu yüzden merkezi coğrafyadakalıcı barışa dönük girişimlersonuçsuz kalmıştır. Basın ve medya organları üzerindenyansıtılan haber ve yorumların taraflı olması nedeniyle, gerçekçi değerlendirmelere ulaşılamamış ve bu yüzden de bölgedeki terör ve savaş süreçlerinin önlerine geçilememiştir. Bu olumsuz durumdan kurtulabilmek için, bilim adamlarının ya da uzmanların hazırladığı raporlara ya da kitaplara daha çok gereksinme duyulmuştur. İşte David Passig’in “2050” adındaki kitabının bugünün koşullarındaböylesine bir boşluğu doldurduğu görülmekte ve İsrail politikalarının, siyasal empati yöntemleriyledaha yakından izlenebilmesine ya da anlaşılabilmesine önemli katkılar getirmektedir. Böylesine bir kitabın yayınlanmasından sonra, Orta Doğu’nun geleceği daha açık ve net olarak görülebilecek ve bu tablo içerisinde İsrail’indurumu ya da giderek değişmeler gösterenjeopolitik konumugerçekçi ve bilimselyöntemler kullanılarak netleştirilebilecektir. Bu kitapta ileri sürülen görüşler veokuyucuya aktarılan bilgiler ele alınmadan, Orta Doğu ya da İsrail’in geleceği ile ilgili kesin görüşlere varmak ya da değerlendirme yapmak çok zor olacaktır.
İSRAİL DEVLETİ’NİN YÜZÜNCÜ YILI
İsrail Devleti 1948 yılında kurulduğu için, 2048 yılında yüzüncü yılına ulaşabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti ise 1923 yılındakurulmuş olan bir merkezi devlet olarak2023 yılındayüzüncü yılına erişmiş olacaktır. David Passig2050 yılını kitabına başlık olarak alırken; vatandaşı olduğu devletin bir yüzyılı geri de bırakmasına önem verdiği anlaşılmaktadır. Orta Doğu tarihi açısından bu küçük devletin konumu ele alındığında.;  kutsal ilan edilen bu topraklarda üçüncü kez bir Yahudi devletinin kurulmuş olduğu görülmekte ve bu yüzden Yahudiler açısından çok büyük zorluklarla mücadele edilerek üçüncü kez kurulmuş olan İsrail devletinin kalıcılığına öncelikle önem verildiği ve geleceğe ancak yüz yılı geride bırakmış bir İsrail Devleti ile bakabilecekleri anlaşılmaktadır. Tarihte Mezopotamya’dan gelen Babil Krallığı veAvrupa’dan gelen Roma İmparatorluğu gibi iki büyüksiyasal güç tarafından yıkılmış olanİsrail Devleti üçüncü kez kurulurken, kalıcı olmağa öncelik verdiği ve bu yüzden de bütün Orta Doğu bölgesininİsrail merkezli olarak yeniden düzenlenmesineönem verdiği anlaşılmaktadır. Kurulduğundan bu yana sürekli olarak savaşan bu küçük devlet, ancak 2050 yılından sonra dünyaya kalıcı olarak bakabileceğini, kitabın yazarı ortaya koymaktadır. Yirmi birinci yüzyılın ortalarına kadar savaş sürecinin devam edebileceği ve bu arada 2020 yılın da İsrail., Suriye ve Türkiye, Rusya savaşlarının çıkabileceği, 2050 yılında ise birJaponya savaşının gündeme gelebileceğive Türkiye ile Japonya’nın, Asya’nın en batı ve en doğu ülkeleri olarak bir araya gelecekleri vebu doğrultuda geliştirecekleri yeni siyasal eksen sayesinde Çin, Rusya, Hindistan ve İran gibi büyük Asya ülkelerine karşı yeni bir denge düzeni kurabilecekleri öne sürülmektedir. Böylece, İsrail ve Orta Doğu bölgesiningelecekleri Asya kıtasındaki dengelere bağlanmakta ve bugünkü batı bloku ile İsrailarasındaki ilişki düzeninin geride kalabileceği ifade edilmektedir.
KİTABI ADI: 2050
2050 adındaki kitabın Türkiye’de yayınlanmasından sonra, bir Türk televizyonundaki programa katılan David Passig, açıkça Orta Doğu’nun geleceğinde Türkiye’nin İsrail’den daha fazla öneme sahip olduğunu söyleyerekTürk kamuoyunubir İsraillibilim adamı olarak yönlendirmeğe çalışmıştır. Soğuk savaş döneminde ABDdesteği ile kurulan İsrail yarım yüzyılı savaşarak geçirdikten sonrayeni dönemdekendisinin merkezinde yer alacağı bir Orta Doğu düzeninigene ABD desteği ile oluşturmağa çalışırken aslında, Türkiye’nin bölge ağırlıklı politikaları ile karşı karşıya gelmişvebatı bloku üzerinden geliştirilmiş olan Türkiye ve İsrail ittifakının, yeni dönemdeeskisi gibikolay olmayacağı, şimdiye kadar kamuoyundan gizlenmiş olançelişkiler ve çatışmaların yavaş yavaş suyun üzerine çıktığı bir aşamada, iyice buiki ülkenin karşı karşıya gelmemesi için İsrailli uzmanınTürk kamuoyunu yeniden kendi ülkesi açısından kazanabilme doğrultusunda, olumlu görünenyeni yaklaşımlarını sergilemeğe çalıştığı görülmüştür. David Passig, Türkiye’nin gelecekte çok büyüyeceğini veeskiOsmanlı hinterlandında etkisini artırdıktan sonra Ukrayna ve Kazakistan gibi iki büyük ülke ile yan yana gelerek Rusya, İran ve Çin üçgenine karşı yeni dengeler oluşturabileceğini ifade etmiştir. Son yıllarda birbiri ardı sıra gündeme gelenolumsuzsiyasal gelişmelerin dıştan sağlanan destekler ileTürkiye’yi bölünmeye doğru zorlaması, ayrıcadini cemaatlerin dışarıdan desteklenerek Türkiye’deki laik devlet düzeninin ortadan kaldırılmak istenmesi ve en önemlisi Türkiye’nin önce Irak sonra da Suriye ve İran gibi iki büyük komşusu ile batı bloku ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda savaşlara sürüklenmesi gibi olumsuz durumlar, Türkiye’de çok büyük olumsuz tepkilere neden olurken, Türk başbakanının açıkça İsrail’e Davos toplantısında“Oneminute“ tavrı geliştirmesi, Türk halkında yaşananlara tepki olarakgizlice gelişen “yeter artık“ duygusunun açığa çıkmasını sağlamıştır. David Passig’in kitabı sanki Türk başbakanının bu tepkisinin izlerini silmek ve Orta Doğu üzerinden İsrail merkezli politikaların Türkiye’yi zor durumlara sürükleyerek, Türklerdehızla gelişen ABD ve İsrail karşıtlığı gibi olumsuz bir imajı düzeltme girişimi olarakhazırlanmışgörünmektedir. Passig televizyon programında Türkleri yeniden kazanmağa çalışmışve Türkiye’yiOrta Doğubölgesinin gelecekteki yıldızı olarak ilan etmiştir.
ABD VE AB
Amerika Birleşik Devletlerinin gelecekte güç kaybederek zayıflayacağını, Avrupa Birliğinin ise bir kıtasal birlik oluşturamadan dağılacağını öne süren bu İsrailliuzman, Türkiye’yi geleceğin süper gücü olarak ilan etmişve özellikleOrta Doğu’da Rusya ve İran gibi iki büyük devlete karşı yeni dengeleri bir süper güç olarak Türkiye’nin kurabileceğini açıklamıştır. Osmanlı imparatorluğu sonrasında kurulmuş olan bütün Orta Doğu devletlerini ciddiye almayanve bunları geçici yapılanmalar olarak gören Passig, Türkiye Cumhuriyetini ise tamamentersi bir doğrultudabölgenin kalıcı büyük gücü olarak gördüğünü söylemiştir. Avrasya bölgesinin zaman içerisinde süper gücü konumuna gelecek bir Türkiye’nin hem Türk dünyası hem de İslam dünyası üzerinden gücünü merkezi bölgede de hissettireceğini ve böylece Orta Doğu’da bir barış düzeni kurulabileceğini belirtmiştir. Tarihin akışı içerisinde Türkiye’nin öne çıkacağını, Türkiye Cumhuriyetinin merkezi bir güç olarak doğu ile batı arasındaki ilişkileri yeniden dengeleyebileceğini öne sürmüştür. Kitabında öne sürdüğü düşünceleri savunan Passig, Orta Doğu’nun geleceğinde İsrail’den daha çok Türkiye’nin etkili bir rol oynayacağınıdile getirmiştir. İsrail’in küçük devlet olduğu içinOrta Doğu’ya egemen olmak açısından yetersiz kalacağını ama bölgenin büyük devleti olarak Türkiye’nin yeni Orta Doğu düzeninin kurulmasında ana belirleyici güç olacağınıifade etmekten çekinmemiştir. Türkiye’nin tıpkı Osmanlı gibi tarihsel eski misyonuna geri dönerek, bölge için merkez ve belirleyici güç olacağını bir İsrail devleti görevlisiolarak hem kitabında yazmış hem de Türk medyasında açıklamıştır. İsrail’in Türkiye’nin güçlü bir devlet olarak güneyindeki Orta Doğu bölgesindeetkili olmasını, savaşların önlenmesi açısındangerekli gördüğünüsöylerken, bir anlamda da Türk devletini komşularıyla yeni bir savaş sürecinde karşı karşıya getirmiştir.
YAHUDİ DEVLETİNİN KURULUŞUNDAN YÜZ YIL SONRA
2050 yılını, Yahudi devletinin kuruluşundan yüz yıl sonrası için bir stratejik hedef olarak kitabına isim yapan Passig, geçmişten gelen bilgi birikimini detarihten gelen dersler olarak tarihsel mantık başlığı altında kitabının girişinde ortaya koymuştur. İsrail’in üçüncü kez kurulmasında etkili olan tarihsel mirasın kitabın başında açıkça ifade edilmesibölge ile çatışma halinde olan bu Yahudi devletinin sahip olduğu siyasal birikimin anlaşılabilmesi açısından yararlı ipuçları vermektedir. Kutsal kitaplarında belirtilenvaat edilmiş toprakların asıl sahibi olarak kendilerini görenMusevilerinbu hedeflerini koruma doğrultusunda hareket ettikleritarih ile beraber coğrafyayı da bu doğrultuda değerlendirmeğe çalıştıkları görülmektedir. Teritoryal anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında tarih kadar coğrafya bilgisinin de kullanılması, İsrail devletini kuranların ciddi bir jeopolitik birikime sahip olduklarını göstermektedir. David Passig bu konulara kitabının ilk bölümlerinde yer verirken, aynı zamanda değişen dünyanın yeni koşullarını dikkate alarak jeopolitiğin yeni ve değişken kuralları doğrultusunda İsrail’inOrta Doğu’daki konumunu anlatmağa çalışmıştır. Zaman faktörünü öne alan değerlendirmeler yaparken, değişen dünyanın öne çıkardığı yeni tabloların gerçekçi değerlendirmeler ileanlatılmağa çalışıldığıgörülmektedir. Özellikle, jeopolitik biliminin değişken unsurları olandemografi ile beraber teknolojizaman faktörü içerisinde ele alınırken, İsrail ve Orta Doğu’nun geleceği içingerçekçi değerlendirmeler yapılmıştır. Aynı zamanda ekonomi alanı da değişken bir unsur olarak ele alınırken, dünyanın gelecekteki enerji, madenve diğer kaynakları dikkate alınmıştır. Bu çerçevede, dünyanın merkezine İsrail merkezli olarak bakamayan David Passig, Türkiye’yi geleceğin dev ülkesi olarak ilan etmiş ve İsrail’in boşluğunu Türkiye ile doldurmağa çalışmıştır. Küçük ülke olan İsrail ile dünya dengelerinin merkezde yönlendirilmesinin mümkün olamayacağıortaya çıktığı için, bu dengelerin yeniden kurulmasında merkezi büyük ülke olarak Türkiye’nin öne çıkarılmak istendiğini, kitabın yazarı açıkça ortaya koymaktadır.
GELECEĞİN SÜPER GÜÇLERİ
David Passig, kitabının üçüncü bölümünde geleceğin süper güçlerini sayarken, ABD ve Rusya ile beraber Türkiye Cumhuriyetine de yer vermişama Çin gibi bir büyük dev ülkeyi bu bölümde dikkate almamıştır. ABD’yi hem geleceğin süper güçleri arasına alan ama aynı zamanda bu büyük ülkenin güney eyaletlerinin yakın zamanda koparak Meksika ile birleşeceğini öne süren yazarAmerika’nın gelecekteki konumu açısından çelişkili yorumlardan kurtulamamıştır. ABD üzerinden bir dünya hegemonyasının korunması isteği İsrail açısından da öne çıkarken, bu ülkenin aynı zamanda parçalanacağının kabul edilmesi de gelecekte ABD’siz bir dünya düzeni olabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Rusya’yı yeni dönemde de dünyanın süper güçleri arasına koyan yazar, bu büyük devletinABD ile yeni bir soğuk savaşa girişeceğini, 2020 yılındaİsrail Suriye ile savaşırken, Rusya’nın da Türkiye ile savaşacağınıaçıkça öne sürmüştür. Mısır, Suudi Arabistan, Suriyeve Ürdün gibi ülkeleri Orta Doğu’nun geleceği açısından ele alarakdeğerlendirmeler yapanyazar, kitabında İran’a yer vermeyerek gerçekçi olmayan biryaklaşımizlemiştir. İsrail’in Orta Doğu egemenliği açısından Türkiye ve İran’ınkarşılıklı olarak savaştırılması yıllardırhedeflenmesine rağmen, sanki böyle bir durum yokmuş gibi bir yaklaşımın kitapta sergilenmesi, bu yapıtın inandırıcılığı açısından son dereceolumsuz ve eksik bir tutum olmuştur. Yirmi birinci yüzyıldayeni bir Orta Doğu düzeni oluşturulurken, İran yokmuş gibi davranmakancakkamuoyunu yanıltmak açısındandeğerlendirilebilecektir. Böyle bir davranış ise, Türkiye’nin pohpohlanmasıyla İran engelinin aşılmak istendiğini ortaya çıkarmaktadır. Asya’nın en ucundaki ada ülkesi olan Japonya bileOrta Doğu’nun geleceği açısındanincelenirken, İran’ın ele alınmaması ya da yok sayılması kitabın inandırıcılığını sarsmaktadır.
2050 İSİMLİ KİTABIN EN İLGİNÇ BÖLÜMÜ
2050 isimli kitabın en ilginç bölümü ise; yeni yüzyıldadeğişen İsrail jeopolitiğinin ele alındığı, Yahudilerin kanıtlanabilen tarihi ile beraberbu toplumun kökenleri, kimliksorunu, fiziksel varoluş kaygıları ile berabercoğrafi sınırları ve ülkenin tomografikhatlarınınincelendiğibeşinci bölümdür. Bugünkü İsrail olgusu anlatılırken, eski çağlarda kurulmuş olan birinci ve ikinci İsrail devletleri ele alınmakta, bunların kuruluş süreçleri vedüzenleri incelerek, yıkılma ve dağılma durumlarıüzerinde durulmaktadır. Süper güçler ve bölge devletleri karşısındaİsrail’in durumujeopolitik değerlendirmeler yolu ileortaya konulurken, dünyanın merkezi coğrafyasında vekutsal ilan edilen topraklarda bir Yahudi devletinin var olma modelleri üzerinde durulmaktadır. Tamamen bağımsızbir ülke olarak İsrail’invar olmasını David modeli olarak açıklayan yazar, Kral Davut adına buismin geliştirildiğini söylemektedir. İkinci seçenek olarak bir imparatorluğun parçası ya da yenilmiş bir müttefik ya da yarı özerk bir eyalet olarak varlığını koruma modeliniikincivar olma biçimi olarak dile getirmektedir. Pers imparatorluğunun bütün Orta Doğu’yu işgal ettiği zaman, Yahudilerin bu büyükdevlete bağlı olarakbir eyalet konumundaki yaşam düzenleriniikinci modele örnek göstermekte ve buna Pers modeli adını vermektedir. Üçüncü modelde iseİsrail tamamen yokolur, özerkliğini kaybeder ve vatandaşları sürgüne gönderilir ki, bu duruma da Babil modeli adını vermektedir. Aslında Roma modeli de denebilecek bu üçüncümodeli önlemek üzere, İsrail’inönce David modeli ilebağımsız bir devlet olarakayakta kalma yollarını deneyeceği amabunda başarılı olamazsa o zaman daPers imparatorluğu ya daOsmanlı dönemindeki gibi bir Filistin ya da İsraileyaleti olarakPers modeli adını verdiği ikinci bir alternatifyol ile varlığını sürdürmeğe çalışacağı kitapta öne sürülmektedir. İsrail merkezli bir yeni Orta Doğu federasyonunu ya da büyük devletiniYahudilerin oluşturamaması durumunda, Persler zamanında olduğu gibi bir bölgesel büyük devletin içindeküçük Yahudi devletinin debir eyalet olarakvarlığını sürdürebileceğigene aynıkitaptaifade edilmektedir. Babil, Pers,Roma, Selçuklu ya da Osmanlı gibi imparatorluk düzenleri tarihin her dönemindemerkezi alanda görülebildiğinden, İsrail’in gerçekçi davranarakkendi hegemonya düzeninin kuramadığı noktada, bölgesel bir büyük devlet yapılanmasının içinde yer almayı ve böylesine bir siyasal yapılanmanın parçası olmayı kabul ettiği görülmektedir.
ÖNCELİĞİ DAVİT MODELİNE VEREN İSRAİL
Önceliği David modeline verenİsrail’in, merkezi coğrafyada bağımsız bir devlet yapılanması doğrultusunda varlığını koruyamadığı noktada, bir bölgesel büyük devletin içinde yer almayı ve bunun bir parçası olarak yola devam etmeyi bir alternatif olarak benimsediğini David Passig, İsrail devletinin bir danışmanı olarak ortaya koymaktadır. Büyük İskender’in Makedonya imparatorluğunu bile bölgedeİsrail’in varoluşu açısındandeğerlendiren yazar, İsrail’in küçük bir devlet olaraksüper güçlere karşı kendisini ancak bölgesel bir devlet yapılanmasının içinde yer alarakkoruyabileceğinidile getirmektedir. Küresel sermayenin Siyonist lobilerinkontrolü altında bulunmasınıİsrail açısından birolumlu puan olarak değerlendirenyazar, bir anlamda günümüzde ortaya atılan Yeni Osmanlı vizyonu ile Pers, Makedonya, Roma, Babil, gibi bölgesel imparatorlukların bir benzeri olarak yeniden Osmanlı yapılanmasına gidilebileceğinin ipuçlarını kitabında sergilemektedir. İsrail’inDavid modeli ile bağımsız bir devlet olarak varlığını koruyamayacağı noktada, Pers modeli ile bu küçük devletin varlığını koruyabilecek birYeni Osmanlı yapılanmasına gidilebileceği ve böylesine bir büyük bölge devletinin eski Osmanlı hinterlandında kurulabileceğiPers modeli üzerinden dolaylı olarakdile getirilmektedir. Osmanlı sonrasında bölgeye gelen İngiliz imparatorluğu ile sonradan devreye giren Sovyet ve Amerikan imparatorluklarının da gene İsrail açısından, böylesine bölgesel bir yapılanma doğrultusunda ele alındığı görülmektedir. Gelecekteya ABD imparatorluğu ya da bu süper güce karşı koyacak bir başka imparatorluğun ortaya çıkmasıyla beraber, Orta Doğu’da yeni bir siyasal düzen oluşumu gündeme geleceği için, İsrail’in bütün bu durumlara hazır olması gerektiği, Babil ya daRoma modelleri ile gündeme gelen Yahudilerin kutsal topraklardanüçüncü kez kovulmaması için ya David modeli ile bağımsız ayakta kalmak ya da Pers modeli doğrultusunda bir büyük bölgesel imparatorluğun içerisinde eyalet olarak yer almak İsrail’in gelecekteki politikası olarak David Passig tarafından2050 isimli kitapta açıkça ortaya konulmaktadır. İngiliz ve Amerikan imparatorluklarının desteği ile David modelini gerçekleştirenİsrail’in gelecekteYeni Osmanlı vizyonu ileOsmanlı imparatorluğuna benzetilmiş bir büyük Türkiye’yi; Araplara, İslam dünyasına ve Asyalı süper güçlere karşıkullanmağa hazırlandığı anlaşılmaktadır.
İSRAİL DEVLETİ “ÜÇÜNCÜ KEZ” TARİH SAHNESİNDEN SİLİNMEK ÜZERE
İsrail Devleti, üçüncü kez tarih sahnesinden silinmemek üzereDavid modelinin alternatifi olarakPers modelini yavaş yavaş Türkiye üzerindenYeni Osmanlı yapılanmasına doğru zorlarken, Türkiye’deAvrupa’dan koparılarak güneye doğru iteklenmekte veABD ve Avrupa’dakiYahudi lobileri tarafındanİsrail’in güvenliği doğrultusundakomşularıyla savaşa doğru sürüklenmektedir. Bu durum önce Irak ile denenmiş, TürkiyeIrak ile savaşmayınca şimdi Suriye ile denenmeğe çalışılmakta ama asıl olarak İran’a yönelik bir süreç Suriye üzerinden tezgâhlanarakve Türkiye bir büyük savaşadoğru Şii-Sünni-Alevi çekişmeleri kışkırtılarakDavid ve Pers modelleri doğrultusundasonuç alınmağa çalışılmaktadır. Bölgede terörün desteklenmesiyle Orta Doğu devletleri birbirleriyle savaştırılmağa çalışılırken, asıl olarak bütün bölge devletlerinin parçalanmaları hedeflenmektedir. İsrail ile beraber Ürdün ve Lübnan gibi küçük devletçikler, Mısır, Türkiye, Suriye,Irak,Arabistan ve İran’ın toprakları üzerinde oluşturulmağa çalışılmakta, böylece önce David modeli doğrultusunda bir Büyük İsraildevleti Orta Doğu federasyonu olarak gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır. Eğer bu proje terör ve savaş senaryoları ile gerçekleştirilemezse o zaman, Türkiye Cumhuriyeti içeriden ele geçirilerek, Türkiye’ye yerleşecek batılı Yahudi lobileri Dışa karşı bir büyük Türkiye yapılanmasını gene Türkiye üzerinden gerçekleştirmeğe çalışacaklar ve böylesine büyük bir bölgesel siyasal yapılanma modeli, eski Osmanlı ülkelerine Yeni Osmanlı yapılanması olarakempoze edilecektir. David modelinin yerini Yeni Osmanlı görünümünde Pers modeli alacaktır.
ORTA DOĞU’NUN ALAN VE NÜFUS OLARAK EN KÜÇÜK DEVLETİ
Orta Doğu’nun alan ve nüfus olarak en küçük devleti olan İsrail’in kontrolü altındaki Siyonist lobiler ise küresel sermayenin patronları olarak, süper güç ABD üzerinden hem dünya ekonomisini hem de batıblokunu yönlendirmektedirler. Siyonizm kutsal topraklar ve Siyon tepesi üzerinden bir büyük dünya hegemonyasını hedeflemiş olduğu için, bunlar üzerinden ABD ve batı ülkeleri hem Türkiye’ye hem de Orta Doğu ülkelerine İsrail’in istekleri ve çıkarları doğrultusundabüyük baskılar uygulamakta vebu nedenle demerkezi coğrafyabirsıcakçatışma vesavaş alanı olmaktan kurtulamamaktadır. Filistin’i haksız olarak işgal eden, milyonlarca Filistinliyi göçe zorlayan, bölgedeki bütün Arap ve Müslüman ülkeler ileyarım yüzyılı aşkın bir süredir sürekli olarak savaşanİsrail’in, yeni aşamada Suriye üzerinden İran’ı hedef tahtasına oturtan politikalarına Türkiye’yi alet etmeğe çalıştığıson zamanlardaki gelişmeler ile açıkça ortaya çıkmıştır. Bölgedeki büyük devletler ile sürekli savaş halinde olan İsrail sürekli bir güvenlik arayışı içine girdiği için Amerikan ordusu Orta Doğu’ya getirilmeğe çalışılmakta ayrıca dünya jandarması olarak NATO İngiliz üslerinden yararlanma doğrultusunda Kıbrıs’a getirilerek bölge devletlerine karşı kullanılmak istenmektedir. Avrupa devletlerinin İstanbul zirvesinde NATO’nun Orta Doğu’ya taşınmasına karşı çıkması üzerine geciken planların, gecikmeli de olsaDavid ya da Pers planları doğrultusundaABD gücünden yararlanılarak devreye sokulmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bölgedeki terörüntırmandırılması vesavaşların artması karşısındaDavid planı tehlikeye girdiği için, gelecekte muhtemel bir Pers planının Türkiye üzerinden devreye sokulmağa çalışıldığı ve bu doğrultuda ABD ve NATO destekli askeri harekâtlara Türkiye’nin deortak olarak katılması istenmektedir. Türkiye’nin güney ve doğu komşularıyla bütünüyle savaşa girmesi, Atatürk Cumhuriyetinin geleceğini tehlikeye atacak, uzun süreli bir savaş sonrasında Suriye, Irak, Türkiye, İran ve Arabistan devletleri ortadan kalkacak veLübnan ya da Ürdün benzeri küçük devletçiklerden oluşan birmerkezi coğrafya oluşturulacaktır. Yeni Pers planı, İran’ın Türkiye’ye yok ettirilmesiyle ve bu savaş aşamasında Türkiye’nin de dağılmasıyla, uygulama alanına getirilerek Yeni Osmanlı görünümünde İsrail merkezli olarak gerçekleştirilecektir.
DAVİD PASSİG VE 2050 KİTABI
David Passig, 2050 isimli kitabında üst düzey yöneticisi olduğu İsrail devletinin yüzüncü yılına ulaşmasını hedefleyenaçıklamalarda bulunmaktadır. 2048 yılındayüzüncü yılını idrak edecek olanüçüncü Yahudi devletinin, Siyonistplanlar doğrultusundadünya egemenliğine yönelmesi yolundaTürkiye Cumhuriyeti kullanılmak istendiği için, Türk devletininyüzüncü yılına gelemeden yıkılması gibi bir durum gündeme gelmektedir. Komşularıylabölgesel bir büyük savaşa girecek Türkiye’ninböylesine büyük bir çatışma aşamasındaYugoslavya gibi dağılması söz konusudur. Küresel plan ve programlar bu doğrultuda Avrupa Birliği oluşumuiçerisinde Türkiye’ye dayatılmış ve Türk devletinintasfiyesi yarı yarıyabaşarılmış gibi görünmektedir. Avrupa Birliği gibi bir bölgesel oluşuma tam üye olmak uğruna Türkiye Cumhuriyeti ondan fazla uyum paketi sayesindedemokratik bir tasfiye sürecine maruz kalmışve kendi ekonomisini yönetme hakkını kaybederek küresel sermayenin güdümü altına girmiştir. Avrupa Birliği 2014 tarihini Türkiye’ye tam üyelik için vermiş ve 2013 yılına kadar Türkiye’nin yapması gerektiği işleri dayatmıştır. Türkiye böylesine bir çıkmazda 2014 yılında Avrupa Birliğine tam üye olmak için çabalarken,2013 yılında Türk devletininYugoslavya benzeri birtasfiye ve dağılma noktasına geleceği anlaşılmıştır. İşte bu büyük emperyal ve Siyonist oyun açığa çıkınca, Türk halkının ulusalcı kesimleri, Türk devletini gelecekte kurucusu Atatürk’ün söylediği gibi ilelebet payidar kılacakulusal planları 2023hedefi doğrultusundagündeme getirmişlerdir. İlk olarak Türk toplumunun ulusalcı kesimlerinin oluşturduğu Ulusal Güç birliği Platformu, 2005 tarihinde hazırladıkları “Güçlü Türkiye -2023 “ isimliyeniden var olma planıkamuoyuna ilan edilmiş ve daha sonraki yıllarda, Türk toplumu cumhuriyetin yüzüncü yılına kilitlenerek 2023 debir büyük dünya gücü olacak yeni Türkiye hedefinedönük gerçek anlamdaulusal programlarbirbiri ardı sıra yayınlanmağa başlanmıştır. Son genel seçimler sırasında da, 2023hedefi,Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına erişme doğrultusunda ana tercihi olarak ortaya konulmuştur.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN 2013 VİZYONU
David Passig, 2050 isimli kitabında İsrail devletinin yüzüncü yılını aşan bir hedefi ortaya koyarken, Türkiye’yi komşularıyla savaşa sürükleyebilecekbir Pers modeli planınıdolaylı olarak öne sürmektedir. Bu doğrultuda İsrail’in yüzüncü yılına ulaşabilmesi yolunda Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına erişemedendağılması gibi birolumsuz durumkendiliğinden gündeme gelmektedir. İsrail’in yüzüncü yılı doğrultusunda 2050 onlar için bir ulusal hedef olarak ortaya konurken, Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına ulaşabilmesi doğrultusunda da 2023Türkler açısından kesinlikle vazgeçilemeyecek ulusal bir hedef olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail devletinin danışmanıyazdığı kitapta böylesine birçelişkili durum için çözüm üretememekte veonların 2050 planları doğrultusundaki önceliklerini öne çıkararak, Türkiye Cumhuriyetinin 2023 vizyonunu ve milli programlarını görmezden gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk ulusu, 2050 yolunda öncelikli olarak 2023ulusal hedefine öncelik vererekhareket etmek zorundadır. Bu yüzden, Türkiye açısından gelecekvizyonu 2023 ileifade edilecektir. 2050 ise daha sonra düşünülecek bir durumdur. Ama kesinlikle 2050 uğruna 2023 vizyonundan ve milli program veplanlardan vazgeçilmeyecektir.
2050 mi yoksa 2023 mü sorusunun cevabı, Türkler açısından her zaman 2023 olacaktır.

İstiklal Marşı’nın Yazarı, Milletvekili, Milli Şair, Düşünür-Yazar Mehmet Akif Ersoy’un kısaca hayatı…

MİLLİ ŞAİR 
MEHMET AKİF ERSOY 
KİMDİR?

İstiklal Marşı’nın Yazarı, Milletvekili, Milli Şair, Düşünür-Yazar Mehmet Akif Ersoy’un kısaca hayatı…
Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin simgesi, İstiklal Marşı’nın yazarı, milletvekili, şair ve düşünür Mehmet Akif Ersoy’u saygı ile yad ediyoruz.
MEHMET AKİF ERSOY’UN KISACA HAYATI
Şiirlerinde milli ve manevi duyguları işleyen Ersoy’un annesi Buhara’dan Anadolu’ya göçen bir ailenin kızı olanEmine Şerif Hanım, babası Fatih Camiî medrese hocalarından Kosova doğumlu Mehmet Tahir Efendi’dir. Ersoy, 20 Aralık 1873’te İstanbul Fatih’te dünyaya geldi.
Babasının ebced hesabıyla doğum tarihine karşılık gelen “Ragif” adını verdiği Ersoy, arkadaşlarının ve annesinin daha kolay telaffuz edildiği için söylediği “Akif” adını benimsedi.
MEHMET AKİF ERSOY’UN EĞİTİMİ
Ersoy, ilk öğrenimine Fatih’te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. 1882’de Fatih Merkez Rüştiyesi’nde orta öğrenimine devam etti. Babasından Arapça dersi aldı. Aynı zamanda Fatih Camiî’nde Farsça derslerini de takip etti. Rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde sürekli birinci oldu.
MEHMET AKİF ERSOY’UN OKUDUĞU İLK KİTAP
Ersoy, rüştiye yıllarında şiire merak duymaya başladı ve şiir kitaplarına yöneldi. Ersoy’un okuduğu ilk manzum eserFuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” eserioldu.
Ersoy, rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885’te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. Babasını 1888’de kaybeden Ersoy’un ailesi, ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanmasıyla yoksulluğa düştü.
MEHMET AKİF ERSOY’UN MESLEĞİ
Milli Şair, öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. Yeni açılan veteriner yüksekokulunda “Ziraat ve Baytar Mektebi”ne başladı. 1893’te mektebin baytarlık bölümünü birincilikle bitirdi.
MEHMET AKİF ERSOY’UN YAPTIĞI SPORLAR
Ersoy, okul yıllarında spora da ilgi gösterdi. Başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı.
MEHMET AKİF ERSOY’UN İLK ESERİ
Mehmet Akif Ersoy’un şiire olan ilgisi, okulun son iki yılında giderek artarken, çeşitli gazete ve dergilerde şiirleri yayımlandı. Bilinen ilk eseri “Hazine-i Fünun” mecmuasında 1893’te yayımlanan bir gazel oldu. Ersoy, “Tophane-i Amire” veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanım’la 1898’de evlendi. Bu evlilikten 3 kız, 3 erkek çocuğu oldu.
Ersoy, şiir yazarak ve öğretmenlik yaparak edebiyat alanındaki çalışmalarına devam etti. Neşriyat dünyasına girişi, daha çok 1908’de “İkinci Meşrutiyet”in ilanıyla başladı. Arkadaşları Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin tarafından çıkarılan ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908’de yayımlanan “Sırat-ı Müstakim” dergisinin başyazarı oldu.
MEHMET AKİF ERSOY ESERLERİ
Ersoy, şiirlerini 7 kitaptan oluşan “Safahat” adlı eserinde topladı. 1911’de yazdığı ilk bölümde Osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini, 1912’de yazdığı “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı ikinci kitapta Osmanlı aydınlarını anlattı. “Halkın Sesleri” adlı üçüncü bölümü 1913’te, “Fatih Kürsüsünde”yi ise 1914’te yazdı.
Yazar ve şair Ersoy, 1917 tarihli “Hatıralar” ile I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli “Asım”ın ardından 7. bölüm olan “Gölgeler”i 1933’te tamamladı.
Yoğun ısrarlar sonucu Kur’an-ı Kerim’i Türkçeye tercüme etmeyi kabul eden Ersoy, 6-7 sene üzerinde çalışmasına rağmen sonuçtan memnun kalmayarak imzaladığı anlaşmayı feshetti.
İSTİKLAL MARŞI SAFAHAT’A NEDEN KONULMADI?
Mehmet Akif Ersoy, “İstiklal Marşı”nı Türk milletine armağan ettiği için Safahat eserine koymadı.
BİRİNCİ MECLİS’TE MİLLETVEKİLİ SEÇİLDİ
Ersoy, Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisi’ne seçildi. 1921’de Ankara Taceddin Dergahı’na yerleşti.
İSTİKLAL MARŞI NE ZAMAN YAZILDI?
İstiklal Marşı yarışmasına 500 lira ödül verileceği için katılmayan şair, Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası ve arkadaşı Hasan Basri Bey’in teşvikiyle ikna olarak yazmaya başladı.
Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından Meclis’te okunup ayakta dinlenen İstiklal Marşı, 12 Mart 1921’de “Milli Marş” olarak kabul edildi. Ersoy, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışladı.
Kurtuluş Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan ve orada Türkçe dersleri veren usta şair, 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü.
MEHMET AKİF ERSOY NE ZAMAN VEFAT ETTİ?
Mısır’dan hasta ve yorgun olarak dönen Ersoy, hayatını kaybettiği 27 Aralık 1936’ya kadar Abbas Halim Paşa’ya ait Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın dördüncü katındaki dairede kaldı.
MEHMET AKİF ERSOY’UN KABRİ NEREDE?
İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy’un her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilen kabri Edirnekapı Şehitliği’nde bulunuyor.

İŞTE "TÜRKİYE" TABLOSU (16 Mart 2019-IGC TV NEWS) Kültürel, Bilimsel, Ekonomik ve Sosyal Faaliyetler; Kitap Okuma-Sanat Etkinliklerine Katılma-Gazete Okuma-Müze-TV İzleme-Belgesel vd.


TÜRK DÜNYASININ ORTAK DEĞERİ: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KÜLTÜR BİRLİĞİ

TÜRK DÜNYASININ ORTAK DEĞERİ:  MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KÜLTÜR BİRLİĞİ Doç. Dr. Müjdat KAYAYERLİ Bu makaleyi niçin yazdınız diye bir so...